bugün

entry'ler (30)

the black heart procession

2002den bugüne gelen bir tanışıklıkta, onlar ayrılıp gitmeden, henüz hayatımı on yılca kendilerine kitlerken, bu adamların ellerini sıkmak, iki kelime konuşmak, her şey için çok teşekkür etmek, canlı dinlemek düştü ya bana, bu hayatı böyle seviyorum yeminle.

yakından daha can yakıcı kara kalp adamları. dünya güzelleri.

mabel matiz

bazı insan kendini dünyaya uyduramıyor. bunların bir kısmı sanatçı, bir kısmı düşkün oluyor. bak ben burada düşkün'ü çok güzel hisli bir anlamla kullanıyorum. düşkün dediğimize, biz dışardan bakınca normalin çok dışında bir halleri var diye üzlüyoruz. en azından normalimizin, normal olmayan ve normal olamdığı için merkezden uzağa sürüklenmiş insanlara ortalama bakışı bu. ama o düşkünlerin uymayışı, dünyanın anlamlı olan az şeylerinden biri. görkemlisi. bak tam da o anlamdan söylüyorum. mabel matiz, düşkün bir sanatçı.hem çok yaşlı, hem çok genç. kerem gibi.

siyah inci yagmuru

kendisine seslenmek istedigim, standart gibi gözüküp esasen limit disi, rahat numarasi yapip esasen rahatsiz.

: "bu kez de hassas mahlasinla, duygu seli kelamlarinla herkesleri kandirma gayretini -ahah becerini de- görüyor ve yemiyorum. hadi ordan duyarsiz."

esin özbege karsi ersin karabulutu tutar bu. erseni sevse, dadaslara bile katlanir.

pozcu seni.

(intikaaeeaaaaam)

(şaka ki. sen gelişine vur. hayatin.)

kelt

dünyanın en güzel ev sahibi.
iki damla göz yaşı. sekizyüzelli kahkaha.
hepsini seviyorum.

emotional winter

"gel omzumda ağla" demektir. güç verir, nefes verir. akan zamanın bilgisini verir. dürter. dürtmesi güzeldir. dağıtır. o fenadır bak.

siyah inci yagmuru

en az takma adı kadar muhteşem bir sözlük yazarı da kendisi. başlayınca bitmeyen bir çene, bir dırdır kapasitesi ile, hergele meydanı, karbonlu çay kantini günlerinin özetidir bir bakıma. geçmişten kalan az'ların bir tanesidir.
yaşlanmamış, yok.

kelt

aynı anda hem çok parlak bir ışık hem de bir çok surpriz anlamına gelmektedir.

tic dolouraeux

2002'de verdikleri bir konsere ne yapıp edip bulaşabildiğim grup. o kadar kısıtlı bir çevreye sundular ki kendilerini, daha doğrusu o kadar kısıtlı bir çevreyi kabul ettiler ki etraflarına, çemberin içine girmek çok zordu.
yetenekli ve yaratıcıydılar, esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmasalardı, yapacak çok işleri vardı.

kelt

ben: torba değil yanak onlar?!
o: gözün altında yanak mı olur ya?

işbu serzenişiyle, anatomiye isyan eden çilebülbülüallaaaahçilebülbülüçile. tez bütün yanaklar kesile gözün altından, vurula alın ortasına. (mutlu olur yemin ediyorum. ananesinin delisi)

ekşi öyküler

bugün itibarı ile yitik ülke yayınları'ndan çıkmış kitap.

kelt

kelimeleri duyabilme, sezebilme ve süzebilme ve kendi içinde yerli yerine yerleştirebilme ve bunların her birini her zaman isabetli bir biçimde yapma becerisi, hayatımda fapfarklı bir yer demektir. kelt, o yerin sahibidir. bir şeyin başlangıcında ya da bitişinde, belirsizliğinde, adına ne desem eksik kalacak duygular içerisindeyken ben, "dünya üzerinde bunu ancak o hissetmiş olabilir daha önce" derim. kelimelerin, sessizliklerin, melodilerin, can acıyana kadar gülüşlerin ve güllacın efendisidir. siyah kalbi bizimle bekleyen, pars zambağının yanı başımız yolcusudur.

biz;
penguen, mamut ve panda.
ördek dafi, garfield ve gufi.
lacivert, turuncu ve bordo.

(bazen yakın, bazen uzak, bazen kapalı kapıların ardında, bazen bahçede, güneşin altında oynaşancasına -haha-)
tam üç taneyiz aslında.
hepimiz birbirimize doğru çinden koşabiliyoruz.

luis bunuel

un chien andalou (endülüs köpeği) (1929)
cet obscur objet du desir (arzunun o belirsiz nesnesi)(1977)
lag'e d'or (altın çağ) (1930)
belle de jour (gunduz guzeli) (1967)
la charme discret de la bourgeoisie (burjuvazinin gizli cekiciligi)(1972)
tristana
el angel exterminador (1962)

filmlerinin hircinidir. surrealizmi sinemaya tasiyan, kurgularin, sessizligin ve tokatlarin tanrisidir. kendisinin de uzerinde yurudugu ince bir cizgidir: dusunup akıtmaya, irkiltmeye ve ardindan sakinlestirmeye yarar.

shine on you crazy diamond

tek bir insani niteleyisinde, o insani hic tanimamis olmamiza ramen,icerde bir yerlerde kabuklarini sokup attigi yaranin verdigi aci ve caresizligi nasil tarif edecegimi bilemedigim yirmi dakkalik agit. yokluk ve varlik arasinda gidip gelen, eskiden simdiyi yaratan, anidan ozlemeye varan, karanligin icinde cok yalniz birakan sey.
donemeclerde yer alan her pink floyd sarkisini ilk kez dinleyiste birileri bir seyleri fark ediyor, sarsiliyor olur. benim ilk virajımda bu sarkinin payina dusen, "bir insani sevmek boyle bir sey demek ki" olmustu. her tarafta birer papatya gibi acan, modernizmin yakasına pırlanta diye taktigi yuzeysel iliskilerden öbür yana dogru, hayatinda, boslugu doldurulamayacak bir insani olan, yasarken gercegi tekrar yaratan bir adami, hikayesi hayati sekillendiren guzellikte bir insani taniyan hic kimse cani yanmadan dinleyemez bunu.

lost control

acıtmak için yapıldığı kesin ve her seferinde düştüğüm bir tuzak olan şarkı. her zaman erişilmeyecek bir yerlere koyup, arada bir ihtiyac anında başvurulası bir şey, aksi takdirde uyuyamamak, gözlerin altinin sismesi, uzaklasma ihtiyacı, uyanıp simdiye kadar yasanilan hayatin bir ruya oldugunu farketme istegi, umut ve guven kelimelerinin anlamlarini unutma gibi oldukça zararlı bir takim psikosomatik etkileri gozlenebilmekte. ne zaman dinlense ardından bir forgotten hopes, onun ardından da bir temporary peace, takiben de bir judgement bir de bir de regret gelmezse olmuyor..yine de mümkün mertebe bu şarkıları ayrı ayrı dinlemeye gayret edelim, bu beşlemeye gerekmedikçe başvurmayalim diye de ekleyeyim, insan durduk yere tek basina bir büyük devirmis gibi, yedinci kattan atlamis gibi olmasin isterim.

the black heart procession

kusursuz insanlar kafilesi. her notalarındaki her kelimelerindeki her seslerindeki kederin ve o kederin dinleyende ettiğinin tarifi mümkün değildir herhangi bir kelime dizişiyle. onlar durduk yere gökyüzünün rengini evirip çevirenlerdir. dinleyene, afallamak ve içlerine dalmak düşer.

aşık olmak ve ağlamak düşer.

"ölmeden önce" listesinde, -artık- david gilmour'la birlikte bir numaradadır bu adamları dünya gözüyle görmek.
(ve bu çok önemli bir şeydir)

david gilmour

sadece high hopes bile ne bicim bir deha oldugunu anlamamiza yeter.ve bu adam bununla yetinmeyip shine on you crazy diamond diye biseyde gitarla bir olmus, sahsen beni yerden yere vurmus, vurmaktadir ve vuracaktir da. dahasi icin theres no way out of here ve on the turning away incelenesidir. keza,solosu insanin oldugu yere kök salmasina sebep olan comfortably numbda da bizleri bu dunyanin disina dogru iten, yine kendisi olmaktadir. hey youda da gitarin inledigini duydugumuz anlarda, inleten kisidir bizzat. ve suphesiz,wish you were hereı yeryüzünde en insani söyleyecek kişidir bu.
duygusal olarak sydin yerine kimseyi koyamayacak olanlardan olsam da, bizim de bir kulagimiz var ve bu adam onunde secdeye varilacak kadar kusursuz bir gitarist.her ne kadar roger waters beyle birbirlerine girdiklerinden sonra bizi gecmis hakkinda derin derin dusuncelere itse de, her sey bir yana sadece high hopes icin saygi durusunda anarim ben kendisini.
bir kere olsun şehrime gelse, yıldız gibi parlasa, diyorum. 20 haziran 2006 gibi, bir kez daha varsak secdeye..

the post war dream

final cut'in ilk sarkisi. insani sapsallastiracak kadar öfke dolu, savasin karsi kiyisinda yakilan bir agit daha:

tell me true tell me why was jesus crucified
is it for this that daddy died?
was it for you? was it me?
did i watch too much t.v.?
is that a hint of accusation in your eyes?
if it wasn't for the nips
being so good at building ships
the yards would still be open on the clyde
and it can't be much fun for them
beneath the rising sun
with all their kids committing suicide
what have we done maggie what have we done
what have we done to england
should we shout should we scream
"what happened to the post war dream?"
oh maggie maggie what have we done?

one of the few

pink floyd ezgisi. beyin uyusmasi ve goz yaslariyla yakindan alakalidir kendisi, soyle ki;

when you're one of the few to land on your feet
what do you do to make ends meet?
teach
make them mad, make them sad, make them add two and two
make them me, make them you, make them do what you want them to
make them laugh, make them cry, make them lie down and die..

wish you were here

donup dolasip ayni eski korkulara ciktilan hayatta, ki kendisi savaslarin ortasinda, kucuk bir kafeste bir basroldur aslinda -kovulup da yerimize yeni, daha islerine yarar birilerini bulmalari da asla ne zaman gelecegini bilemedigimiz bir an meselesidir-, herseyi birbirinden ayırd edebilecegine,her seyi dusundugun yerden anlayacagina, bikilan, korkulan, icinden cikilamayan her seyi anlamlandiracagina inanabilecek kadar kendine ortak ettigin az, belki de tek insanı bulup cagirdigin,g eri gel dedigin yerdir bu sarkiyi dinledigin her an.
cevabini, yazildigi kisi icin bilenin bir tek sarkiyi yazan oldugu bir suru soru sorar, ilk karsilastigimizda hayata bambaska yerlerden bakmamizi saglayan. ve her yeniden karsilasista ayni donma haline sokandir yine, ithaf ettigimiz you'nun, butun bu sorulara bir tek bizim ayırd edebilecegimiz tek bir boguk gulumsemeyle nasil cevap verecegini, butun kapılarin yine eski,ayni donemeclere acilacagini bilmemiz. bitsin diye umud ettiğimiz her seyin kendini her an uzaklarda bir yerlerde yeniden yaratiyor oldugunu ve bunlara beraber katlanilacak insanin artik yine aynı uzaklarda oldugunu bilmemiz. ve kafesin,kafeslerin farkinda olmamiz.

forgotten hopes

kendi kendine sorulabilecek en acımasız sorulari siralamis,kendini bulmak icin,once tamamen kaybetmek gerektigi o donemi hem en sade hem de en sarsıcı bicimde gozun icine sokan,alisilmisin,olaganin üstünde,ötesinde,verdigi hissiyat acisindan yoğun pink floyd etkisinde olan sarki.insanin kafasindan gokyuzune dogru şimşek çıkarabilmesine olanak tanir.herkes goremeyecektir yalniz o şimşeği..ve bu sarki da sadece ona bakmayi bilecek olanla paylasilmasi gerekendir..yoksa kesinlikle iki kisilik degil,tek kisiliktir bastan assagiya.
gelseler bir daha da ağlaya zırlaya dinlesek.